Bir yıl ya da daha fazla süre boyunca bir çiftin herhangi bir doğum kontrol yöntemi kullanmaksızın düzenli cinsel ilişkiye girdiği halde hamile kalamama durumuna infertilite denir. İnfertilite tedavisi gören kadınların büyük çoğunluğu biyopsikososyal ve kültürel nedenlerden kaynaklı olumsuz etkilenmektedir.
Stres, sağlıksız beslenme, obezite, düzensiz cinsel ilişki, rahim ağzının kapalı olması, vajinismus, kemoterapi tedavileri, sigara alışkanlığı gibi sebeplere bağlı olarak evlenen her 6-7 çiftten birinin çocuğu olmamakta ve tıbbi yardım almak zorunda kalmaktadır.
Çocuk sahibi olamama durumu, yaşamı tehdit edici bir sağlık sorunu olmamasına rağmen, çiftler üzerinde tıbbi, psikiyatrik, psikolojik, ekonomik, fiziksel ve sosyal yönleriyle psişik travmaya neden olan bir kriz durumudur. Bu çiftler sadece tıbbi bir durumla karşı karşıya kalmamakta, aynı zamanda birtakım duygusal deneyimler de yaşamaktadırlar; duygu, düşünce ve inançları çocuk sahibi olamamanın sonucu olarak sıklıkla değişime uğramaktadır.
Biyolojik Olarak
Hipotalamus Lutein Hormonu Salgılayıcı Hormon (LHRH) adı verilen bir hormon salgılar. Bu hormon, yumurtaların olgunlaşmasını sağlayan Yumurtalık Uyarıcı Hormon (FSH) ve Luteal Hormon’un (LH) hipofiz bezinden salınmasında önemli rol alır. LHRH’nin katkısıyla salınan FSH ve LH, kanın içinde yumurtalıklara gelir ve orada yumurtlamayı başlatır. Bu süreç üremenin ilk aşamasını oluşturur. Ancak stresli zamanlarda üretilen ‘bedenin doğal ağrı kesicisi’ diye tanımladığımız, ‘beta-endorfin’ gibi stres hormonları, yumurtlama için tetikleyici olan LHRH salınımını engeller, hipofiz yeterli miktarda LH ve FSH üretemediğinden, çeşitli yumurtlama problemleri yaşanır.
Sağlıklı üremede ikinci aşamada ise; olgunlaşan belki de döllenen yumurtanın rahme salınması ve rahmin gebelik için hazırlanmasıdır. Bu da, bedende gerekli zamanda ve miktarda ‘Östrojen’ ve ‘Progesteron’ salınımının artmasıyla gerçekleşir. Ancak birinci aşamada, stres nedeniyle LH ve FSH daha az üretilirse, yumurtalıklar yeterince uyarılamayacağından, uterusun hazırlanması için gerekli olan ‘Östrojen’ ve ‘Progesteron’ da yeterli düzeye çıkamaz. Bu tabloya ek olarak yine stresli zamanlarda açığa çıkan kortizol ve beta- endorfin hormonları, aynı zamanda kandaki progesteron seviyesini düşürürken, stres tepkisiyle birlikte açığa çıkan ‘prolaktin’ hormonu da var olan progesteron hormonunun etkisini azaltır.
Bunun yanı sıra stresli zamanlarda yağ hücreleri kadının bedeninde de bir miktar bulunan erkeklik hormonu olarak bilinen testosteron hormonunun da artışına yol açar ve böylelikle gebelik ihtimalinin azalmasına neden olabilir.
Toplumsal Olarak
Sosyolojik perspektiften bakıldığında toplumlar çocuğun doğumuna büyük anlamlar yükler. Türk toplumunda da aile kavramında çocuğun yeri büyüktür ve birçok çiftin çocuk sahibi olmak için evlendikleri de görülmektedir. İnfertil çiftler kendilerini toplum tarafından dışlanmış hissedebilir; bazı etkinliklerin kendilerine çocuk sahibi olamayacağını hatırlatacağı için kaçınır ve bu durum beraberinde izolasyonu ve yalnızlığı getirir.
Psikolojik Olarak
Tüm canlılarda olduğu gibi insanlarda da üreme temel içgüdüye dayanmaktadır. Çocuk sahibi olmak bilinçdışında ölümsüzlük, nesli devam ettirmek ve sonsuza kadar yaşama arzusunun kanıtıdır. Çocuk sahibi olmak bireysel tercihten ziyade; içgüdüsel, öğrenilen, toplum tarafından yüklenen/ aktarılan bir rolde olabilmektedir.
Bu içgüdünün karşılanmamış olması stresle sonuçlanır. Bu stresin kaynağı sadece çocuk sahibi olma isteği değildir. Aynı zamanda kişi tarafından doğurganlığın; cinsel kimlik, benlik algısı ve beden imajının merkezine yerleştirilmesi ile ilişkilidir. İnfertilitenin stres yaratan etkisi; sosyal ve kültürel baskılardan kaynaklanıyor gibi görünse de esas sebep infertil çiftlerin çocuk sahibi olmaya yüklediği anlamdır.
Üreme tekniklerindeki gelişmeler, hastalara bir yönüyle umut olurken, diğer yandan özellikle kadınlarda üzüntü, kontrol kaybı, damgalanma gibi durumlar da yaratmaktadır.
İnfertil tanısı almak şok, inkar, kayıp hissi, suçluluk, öfke, imrenme, kıskançlık, öz değer eksikliği, depresyon, izolasyon veya içe çekilme, hayatın anlamının yitirilmesi, yaşam doyumunda azalma gibi bireysel psikolojik sorunlara; hem de çift olarak cinsellik ve evlilikle ilgili sorunlara yol açmaktadır. Bu nedenle infertilite sadece jinekolojik bir sorun değil, psiko-sosyal bir sorun olarak görülmedir.
Öncelikle çiftler için çocuk sahibi olmamayı kabullenmek zor gelir ve tanıyı yadsırlar. Daha sonra yaşanan duygu ise öfkedir. Kendilerine, diğer eşe, çocuklu çiftlere karşı öfke duyabilir. İnfertilite ile mücadeleye devam eden çift suçluluk yaşamaya başlar. Özellikle infertil tanısı konmuş bireyde suçluluk daha da fazladır. İnfertil birey eş tarafından terk edilmeye dair anksiyete (kaygı) yaşayabilir. Kendini değersiz hissetme, pek çok şeye karşı ilgi kaybı ön plana çıkabilir. Birçok kişinin çaba harcamadan yaşadığını, kendisinin asla yaşayamayacağını düşünür. Çiftler haksızlığa uğradıkları hissine kapılabilirler. Bazı çiftler uzun yıllar gebe kalma çabalarını sürdürürken, bazıları bu süreçten vazgeçerek sorunu kadere bırakır. Tedavi sürecinin uzunluğu ve sonucunun belirsizliği çiftlerin duygusal açıdan zor bir dönem geçirmelerine neden olmaktadır. Kişi infertil tanısı aldıktan sonra yaşamlarının tüm alanlarını ihmal ederek bu tedavi üzerine yoğunlaşır. Aile ve arkadaşlarla olan ilişkilerden uzaklaşılabilir, iletişim kurmada zorluklar ortaya çıkabilir. Kişi “hiçbir zaman çocuk sahibi olamayacağım” gibi olumsuz duygulara kapılabilir. İnfertil çiftlerin olumsuz duygusal tepkileri, yaşama sevincini azaltmakta, başkalarıyla ve eşleriyle olan ilişkilerini etkilemekte ve sahip oldukları sağlık sorununun yükünü daha da ağırlaştırmaktadır. İnfertil çiftler çok büyük bir baskı altındadır ve problemin özel olması nedeniyle bu sorunu gizleme gereksinimi duyarlar. Gebelik konusundaki sorunları ailesi ve yakınlarıyla paylaşmamak infertil kişileri desteksiz bırakır. Bu durumlar sosyal bir yalnızlık haline dönüşebilir ve infertil çifti sıkıntılı bir zamanda destek kaynaklarından yoksun bırakır. Bu çiftlerde bedensel ve cinsel mahremiyetin kaybı da söz konusudur. Aynı zamanda tedavi sürecinin uzaması ümitsizliğe yol açmakta ve maliyeti de ekonomik yönden çiftleri zorlamaktadır. Yapılan bazı çalışmalarda kısa ve uzun süreli infertilitede orta süreli infertiliteye göre daha düşük depresyon düzeyleri ile ilişkili bulunmaktadır. Bunun sebebi ise tedaviye başlarken çiftlerin birkaç ay içerisinde çocuk sahibi olacaklarını zannetmesi, infertilite süreci çok uzadığında da çiftlerin başa çıkma mekanizmalarını geliştirmeleri ve durumu kabullenmeleridir.
Çocuk sahibi olamama durumunun psikolojik olarak kişide; doğuramama (işlevsel bozukluk), kontrol kaybı (bedenim isteklerime uymuyor), psikolojik eksiklik (annelik güdüsünün doyurulamaması), kendini toplumun dışında hissetme, değersiz görme, yalnız kalma (duygusal olarak evlat desteğinin olmaması), sosyal güvence azlığı (yaşlılıkta bakacak kimsenin olmaması), sosyal rol eksikliği (anne, hamile, lohusa, kayınvalide), benlik saygısında azalma gibi duygulara sebep olmaktadır.
Çocuk sahibi olmama nedeniyle baskı hissi gündeme gelebilmektedir. Bunun nedeni ise eş ve eşin ailesi tarafından karşılaşılan olumsuz tutumlardır. İnfertil çiftlerde yaşam kalitesini etkileyen diğer bir faktör; evlilik uyumunda bozulmadır. İnfertilite süresi uzadıkça, eşlerin birbirini suçlaması ve evlilik uyumunda bozulma belirginleşir. Eşler arasındaki sevgi bağları zayıflar, evlilik ilişkisi bozulur. Kadınlığın annelik ve erkekliğin üretkenlik ile eşdeğer olduğu toplumlarda infertilite cinsel kimlik için bir risk olarak algılanmaktadır. Bu durum çiftin ilişkisinde bozulma ve cinsel işlev bozukluğuna yol açmaktadır.
İnfertil Hastalarda Sık Görülen Psikiyatrik Bozukluklar
Depresyon, anksiyete bozukluğu, cinsel işlev bozukluğu, somatizasyon, distimi, panik bozukluk, obsesif kompulsif bozukluk, sosyal fobi, aleksitimi ve bunlar kadar sık olmasa da anoreksiya nevroza, bulimia nevroza, obezite gibi yeme bozuklukları da görülebilmektedir
İnfertilitede Psikolojik Yaklaşım
İnfertilite sorunuyla uğraşan çiftlerin infertilite tanısı aldıkları ilk günden itibaren ve tıbbi tedavileri süresince, psikolojik destek almaları ve yaşadıkları stres ile işlevsel baş edebilmeleri oldukça önemlidir. Kişi yada çiftin yaşadığı duygusal zorluğa bağlı olarak, onların talebine ya da psikoloğun öngörüsü doğrultusunda, olumsuz düşüncelerin yeniden yapılandırılması, kendini destekleme gücünün arttırılması, öfke, kıskançlık, suçluluk gibi duyguların ele alınarak yeniden düzenlenmesi gibi bireysel görüşme ve eş ya da sosyal ilişkilerde yaşanan zorlukların aşılabilmesine yönelik eş terapisi ve cinsel yakınlaşmayı artıracak cinsel terapi gibi birçok terapi yöntemi uygulanabilir. Ayrıca hamile kalmayı engelleyen bilinçli ya da bilinçdışı düşüncelerin belirlenip yeniden yapılandırılması gibi hamile kalma başarısını destekleyen özel teknikler de uygulanmaktadır. İnfertilite tedavisiyle birlikte, bireysel ya da grup bazında uygulanan çok çeşitli, psikososyal destek programları bulunmaktadır. Bunların bir kısmında depresyon, anksiyete ya da stresin azaltılmasına yönelik, bireysel danışmanlık tarzında bazı destekler verilirken, diğer bir kısmında da grup bazında psiko-eğitim çalışmaları yapılmaktadır. Psiko-eğitim ve sosyal destek içerikli grup uygulamalarının, psikoterapi tarzı bireysel uygulamalardan daha etkili olabileceğine ilişkin değerlendirmeler bulunmaktadır.
Son zamanlarda tüp bebek tedavisinin psikolojik danışmanlık ile birlikte yürütülmesi konusunda fikir birliğine varılmıştır. Psikolojik danışmanlık çiftin yardım düzeyi ve ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmektedir. Bu müdahalelerden ilki bilgilendirme ve karar verme; tedavi süreci, bu sürecin gündelik hayata etkileri, tedavi sürecindeki beklentiler, neden kaynaklı olduğu, alternatif tedavi seçenekleri konusunda çiftler bilinçlendirilir. Bir sonraki aşamada bu bilgilendirme ile kişilerin olumsuz haberler ile başa çıkmaları için destek danışmanlıktan yararlanılmaktadır. Bu süreçte yaşanan şüphe, stres, depresyon, gündelik sorunlarla başa çıkmaları ve yaşanan duygusal çatışmaları çözmek için teröpatik danışmanlık büyük fayda sağlamaktadır. Kısacası infertilite tedavisi sürecinde ve sonrasında ruh sağlığı alanında uzman kişi tarafından danışana bilgi ve beceri kazandırarak bilinçlendirmek ve tüp bebek tedavisi ile ilgili karar verme ve bu sürecin yarattığı yıkıcı duygularla baş edebilmelerine yardımcı olmak hedeflemektedir.