İnsan farklı varlık bilimsel görüşlere göre ruh ve bedenden oluşan veya ikisinin tek bir bütün olduğu bir varlıktır. Bu konu insanın kendisini anlama çabalarının ortaya çıkmasından beri üzerine düşünülen ve zaman içinde çeşitlenmeler ve sadeleşmelerle tartışılagelmektedir.
Tıbbın genel yaklaşımı içerisinde özellikle ortaya konan ve çağımızda kendisine yer bulmuş biyopsikososyal model bir duruma, o duruma etki eden, durumdan etkilenen, durumun içinde geliştiği biyolojik, psikolojik ve sosyal yönleri değerlendirerek yaklaşımda bulunmayı teşvik eder. Bu yaklaşım hekime başvuran bir kişinin yalnızca tedavisini değil aynı zamanda tanı süreçlerini de kapsamaktadır. Örneğin; bir kişinin karın ağrısına yaklaşılırken kişinin cinsiyeti, yaşı, ekonomik durumu, eğitimi, beslenme düzeni, geçmiş hastalıkları, içinde bulunduğu fiziki ortam, ruhsal durumu ve kişiye dair birçok etken çepeçevre değerlendirilir. Hekimler bunu her zaman bir liste doldururmuşçasına bilinçli olarak yapmayabilirler ancak hem alınan eğitimin ve edinilen deneyimlerin bir parçası olarak hem de başlı başına insan olmanın getirdiği bu düşünce sisteminin ve yaklaşımın bir şekilde işlemesi, klinik uygulamaların bu yönde şekillenmesi önerilir.
Yönlendirme Bir Mücadelenin Başlangıcıdır
Fiziksel yakınmalarla kliniklere başvuran kişilere, alınan öykü, yapılan muayene ve değerlendirmeler, tetkikler veya görüntülemeler sonucunda durumlarının psikiyatrik kaynaklı olma ihtimalinin daha yüksek olduğu söylenebilir ve psikiyatri polikliniklerine başvurmaları önerilebilir. Bazı kişilerde bu yönlendirme bir mücadelenin başlangıcıdır: “Kendi kendisini kontrol edememekte midir?”, “Zayıf irade gücü mü onu hasta etmiştir?”, “Ancak aklından zoru olan kişiler psikiyatri kliniklerinin kapılarını aşındırır ve bu kişiler zaten toplum içinde uzaktan dahi anlaşılacak zihinsel sorunlara sahiptirler. Peki kendisi böyle midir? Psikiyatriste başvurmak kendisinin böyle olduğunu kabul etmek anlamına mı gelir?”, “Büyük ihtimalle kendisinde hekimlerin tespit etmekte zorlandığı ve çok nadir, belki de ilk kez, görülen bir durum vardır ve baştan savılmak amacıyla durumunun psikiyatrik olduğu söylenerek geçiştirilmeye çalışılmaktadır.”. Bu düşüncelere onlarca ve hatta yüzlercesi eklenebilir. Kişilerin bu şekilde düşünüyor olması ne yazık ki sıklıkla içinde yetiştikleri toplum, o toplumun değerleri, normları, alışkanlıkları veya günlük yaşamda çevrelerinde gördükleri, duyduklarının bir sonucudur. Gerçekten de tarih boyunca psikiyatrik durumlar bazen doğa üstü olaylarla ilişkilendirilmiş, bazen “kötü” olmakla ilişkilendirilmiş ve bu durumlara sahip kişiler potansiyel suçlular gibi görülüp toplumdan dışlanmış, nadir de olsa yüceleştirilmiştir. Aslına bakarsak bu bakış açısı yalnızca psikiyatrik rahatsızlarla ilişkili değildir. Birçok nörolojik hastalık, enfeksiyon hastalığı, dermatolojik hastalıklar da tarihte benzer akıbetlere uğramıştır. Ancak herhalde psikiyatrik rahatsızlıklar günümüzde bu hatalı düşüncelerle ilgili en çok mücadele edilmesi gereken durumlardandır. Bunun bir nedeni de muhtemelen biyopsikososyal model öncesi yaklaşımlardan biyomedikal modelin gelişimi sırasında tıptaki birçok bölümün nasibini alması, ancak psikiyatrinin bu akımı biraz daha geriden takip etmesidir. Bugün bir kişinin cildindeki renk değişikliklerinin cilde rengini veren maddelerin yapımındaki sorunlardan ya da bunlardaki değişikliklerden kaynaklanabileceğini, bir kafa içi kitle varlığında, damarsal sorunlarda veya bazen epilepsi nöbetlerinde insanların bilinçlerini kaybedip dışarıdan saçma görünecek şekilde davranabileceği veya bayılabileceğini biliyoruz. Psikiyatrinin dayandığı ve uygulamalarını belirleyen bilgiler sıklıkla bu denli yüksek oranlarda kesinlik ve nedensellik ilişkisini sağlayamamaktadır. Bu da bir bilinmezlik haline gelen ruhsal rahatsızlıkları, bazen kişilerin kendi güçlerini sınadıkları, bazen doğa üstü durumlara atfettikleri, zaman zaman da tümüyle anlamsız gördükleri durumlarla haline getirir ve bununla baş etme amacı güden uygun olan ya da olmayan düşünce mekanizmalarını etkinleştirir.
Halbuki bu genellemelerin ve önyargıların çoğunlukla hatalı olduğunu görmekteyiz. Ayrıntılı sorguladığımızda ve psikiyatri bölümlerine başvuran kişilerle konuştuğumuzda bu tutumlar değişebilmektedir. Psikiyatri bölümlerine başvuran kişiler uygun şekilde değerlendirilip kendilerinin ve varsa yakınlarının soruları eldeki bilgiler doğrultusunda yanıtlanmaya çalışılmalıdır. Bu, her psikiyatristin eğer çalışma koşulları elveriyorsa yapmaktan memnuniyet duyacağı, hatta bazı durumlarda psikoeğitim adı ile bu bilgilendirmenin daha sistematik hale getirildiği bir girişimdir. Durumu hakkında bilgi sahibi olmak kişiye bu konuda sorumluluk alma, kontrollerine düzenli devam etme ve önerilen tedavilere uyum sağlayabilme ile ilgili ciddi anlamda olumlu etki eder.
Tedavi Tekniği Nelerdir?
Psikiyatrik rahatsızlıklar için uygulanan, genel olarak üç ana sınıfta gruplanabilecek tedavi tekniği vardır. Bunlar ilaç tedavileri, psikoterapiler ve bazı fiziki tedavi yöntemleridir. Bahsedilenlerden fiziki yöntemler elektrik şok tedavisi veya parlak ışık tedavisi gibi yöntemler olup daha çok bazı özgül rahatsızlık dönemlerinin tedavisinde uygun görülen yöntemlerdir. Bunun dışında kalan iki yöntem genel olarak birçok psikiyatrik durumda tedavi yöntemi olarak kullanılabilir.
Genellikle psikiyatrı polikliniklerinde, görüşmelerde tıbbi bazı konular dışında kişinin yaşamına dair genel bir yargı ya da yönlendirmede bulunulmaz. Her hekim gibi psikiyatrist de tıbbi açıdan kişinin durumunun gerektirdiği yerlerde müdahale etmeye çalışır ve bu, tedavinin düzenli kullanılması, günlük yaşam tarzının düzenlenmesi, yararlı olacak diyet, egzersiz gibi müdahalelerin göz önünde bulundurulması şeklinde olur. Bunun dışında kişinin yaşamını uzun vadede etkileyebilecek kararlarla ilgili olanaklı ise psikiyatrik yakınmaların düzelmesini takiben yeniden değerlendirmek üzere erteleme önerilebilir. Tekrar vurgulamak gerekir ki sonuçta kişinin kendi yaşamı ile ilgili kararları kendisinin alması önerilir. Çünkü böyle dönemler zaman zaman kişilerin hem çevrelerindeki yaşamı hem de kendi iç dünyalarını sanki olduğundan daha olumsuzmuş gibi algıladıkları dönemler olabilir. Bu, zaman zaman olumsuzlukların ani ve yüklü bir biçimde geldiği yaşam evrelerinde kararlar almaktan insanı alıkoyan bir öneri gibi algılanabilmekle birlikte aslında özellikle vurgulanan çevre koşullarından çok kişinin kendi içindeki karmaşık ortamın durulmasının beklenmesidir. Bilakis kriz dönemlerinde hızlı ve doğru kararlar alabilmek genellikle kişinin yararına bir özelliktir.
Bunların yanında psikiyatrik bir tedavi için sıklıkla yalnızca psikoterapiye o an katılım göstermek ya da önerilen ilaçları kullanmak yeterli değildir. Bunların dışında kontrolleri belli bir düzende sürdürebilmek, ihtiyaç duyulduğunda yardıma başvurmak gerekir ve kişi kendi yaşantısında da tedavi için gayret göstermelidir. Bu durum birçok tıbbi rahatsızlık için geçerlidir. Örneğin; şeker hastalığında (Diabetes mellitus) hasta kişi hekimin önerdiği ilaçları, insülin tedavisini düzenli uygulamalı, kan şekerini önerildiği şekilde takip edebilmeli, bunların kayıtlarını gereğinde ve zamanında hekimine sunarak kontrol muayenelerini devam ettirmeli, ayrıca tüm bunların yanı sıra diyet, egzersiz önerilerine de uymalıdır. Psikiyatrik durumlar için de yüzeysel bir bakışla aslında durum bundan çok farklı değildir.
Farklı bir yönden olmakla birlikte psikiyatrik rahatsızlıklarla ilgili bir başka ön yargı da şu şekilde karşımıza gelebilmektedir. İnsanlar yaşamlarında zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Bu zorluklar oldukça hırpalayıcı olabilir, hatta zaman zaman kapana kısılmış, çaresiz durumda hissettirebilir. Duruma ilişkin bu yorum eğer gerçekçi bir çerçeve ile sınırlıysa yaşamdaki zorlukların bizzat kendisi ile ilgili ne yazık ki psikiyatrinin yapabileceği bir değişiklik yoktur. Buna en yakınımızdan salgın örneğini verebiliriz. Birçok kişi için yaşamı zorlaştıran bir etkenden tutun, bir travmaya, yakın kayıplarına geniş yelpazede etkiler bırakmış bir durum olan salgını tüm dünya gibi psikiyatristlerin de keskin bir şekilde sonlandırma olanakları yok. Diğer yandan salgının etkilerinin psikiyatrik rahatsızlıklar şeklinde de görülebildiğine tüm dünyada şahit olmaktayız. Aşırı derecede yaşanan ve zaman zaman sağlığı olumsuz etkileyebilen bunaltı halleri, bulaşma ile ilgili aşırı/gerçek dışı endişe ve düşünceler, kişilerin toplumdan yalıtılmışlıkları ile ilgili sorunlar bu etkilerden bazıları. Burada psikiyatrinin yapabildiği bu ana durumu değiştirebilmek değil ama bu etkilerin rahatsızlık boyutunda olanlarına müdahalede bulunmaktır. Ancak bu bulaşma ile ilgili endişeler gereksizdir anlamına gelmemektedir. Aksine en temel ve yaşamsal duygulardan olan kaygı/endişe duygusu kişinin kendisini korumasını ve doğadaki örneklerini düşündüğümüzde hayatta kalmasını sağlar. Burada yapılmaya çalışılan duygunun kendisini ortadan kaldırmaya çalışmak değil yalnızca bunun aşırı noktaları ile ilgili müdahalede bulunup, bir benzetme olarak, ayarlama yapabilmektir. Kişi endişe duyacağı konularda yine bunu hisseder ancak bunu bir ölçülülükle yaşar ve yaşamı felç eden bir şey haline gelmesine izin vermemiş olur.
Sizi Rahatsız Eden, Yakınmanızla İlgili Konuları Çözün!
Psikiyatrik rahatsızlıklar ve yukarıda bahsedilen konularla ilgili ulaşılabilen çok fazla bilgi olduğunu biliyoruz. Bu bilgiler, zaman zaman kişinin kendi yakın çevresinden kimi zamansa bir forum/internet sitesinde dünyanın diğer ucundan gelebiliyor. Bilgiye erişimin bu denli kolay olması sonuç olarak olumlu olmakla birlikte bu kalabalıkta güvenilir bilgiyi bulmanın ve ayırt etmenin zorlaşması bir nevi yan etki olarak karşımıza çıkıyor. Bilgilerin yanlış olmasının yanı sıra zaman zaman doğru bilgilerin teknik dil ve içerik nedeniyle yanlış yorumlanması veya anlaşılması da söz konusu olabiliyor. Akademik bir çalışma veya araştırma içindeyken bu noktaları değerlendirebilmek kimi ölçütler nedeniyle görece daha kolay olabilirken, kişinin kendi içinde bulunduğu durumla ilgili bilgi sahibi olmaya çalışması sırasında bu bilgi kalabalığında bunalması, kaybolmuş veya belirsizlik içinde hissetmesi çok kolaydır. Böyle durumlar için kişi bilgilerini dayandıracağı bir referans noktası ve kafa karışıklığı yaşadığı konuların bir şekilde netleşmesi için danışabileceği bir kaynak gereksiniminde olabilir. Bu durumlarda danışılabilecek en doğru kaynak psikiyatri uzmanlarıdır. Çünkü sizi muayene eden, dinleyip gözleyen, durumunuza dair belli bir fikir sahibi olan, gerekli noktalarda uygun soruları sorarak sizi anlamaya çalışan ve tüm bunların yanında size uygun tedavi seçeneklerini sunabilme ve gerekirse yönlendirebilme yetkisine sahip olan kişi de hekiminizdir. Bu durum yalnızca psikiyatrik rahatsızlıkları yaşayan kişiler değil bu kişilerin yakınları için de geçerlidir. Psikiyatri uzmanları, mahremiyeti ve etik ilkeleri gözeterek kişinin rızası dahilinde yakınlarına durumu ile ilgili en doğru bilgiyi verecek kişidir. Elbette psikiyatrinin uygulamasını sıklıkla şekillendiren bilimsel araştırmaların da henüz yanıtlayamadığı noktalar vardır. Zaten araştırmalar bu bilinmezlikler nedeniyle devam etmektedir. Böyle konularda da kendisi o an size net bir bilgi sunamasa da doğru kaynaklara başvurarak en güncel bilgiyi güvenilirlik düzeyi konusunda da açıklama yaparak size uygun dille açıklayabilecek kişi yine hekimdir.
Sonuç olarak kendinizle hissettiğiniz bir değişiklikte, ruhsal durumunuzla ya da zaten kullanmakta olduğunuz bir psikiyatrik tedavi ile ilgili emin olamadığınız, sormak istediğiniz bir konu olduğunda lütfen psikiyatristlere başvurmaktan çekinmeyiniz. Sizi rahatsız eden, yakınmanızla ilgili konuları da rahatlıkla doktorunuzla tartışarak bir çözüme gitmeyi deneyiniz.