Tarihi, insanlık tarihi ile yaşıt olan tıp alanının ana hedefi insanın sağlık durumunu iyileştirmek ve hastalıktan uzak tutabilmektir. Hastalık kavramı, uzun yıllar “fiziksel rahatsızlık” sağlık kavramı da “iyi oluş hali” olarak algılanmıştır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 1947 yılında, “sağlığı yalnızca hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik hâli” olarak tanımlamıştır. Her hekimin tıp fakültesinden mezun olurken gururla ettiği yemine adını veren Hipokrat; aslında hekimin amacını şu sözlerle özetlemiştir; Hekimler insanların mutluluğunu ve varlığını sürdürebilmesini sağlamak için çalışırlar.
Bu amaca ulaşmak için de üç önemli maddeyi gerçekleştirmelidir
1- hastalığa neden olan etkeni bulmak
2- bu etkeni ortadan kaldıracak tedavi yöntemini bulmak ve uygulamak (tedaviye yönelik hekimlik),
3-hastalığa neden olan etkenleri çevremizden uzaklaştırmak ya da yeryüzünden silmek (koruyucu hekimlik).
Başta iletişim ve sağlık olmak üzere yaşamın her alanında baş döndürücü gelişmelere sahne olan yüzyılımızda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde insanların yaşam süresinin uzaması tespit edilmiş bir gerçektir. Dünyada eğitim ve gelir düzeyindeki yükselme, beslenme alışkanlıklarının değişmesi, (her ne kadar pandemi ile son derece önemli mücadele versek de) bulaşıcı hastalıkların kontrolü gibi etkenler sonucunda yaşam süresinin uzaması bir başka gerçeği de beraberinde getirmektedir.
Kronik hastalıklar ve tedavileri.
Bu kronik hastalıkların yaşam süresini ve yaşam kalitesinde azalmaya sebep olması sağlık alanında yeni yaklaşımların geliştirilmesini zaruri kılmıştır. Kronik hastalıklar içinde önemli ve özel bir yere sahip olan damar hastalıkları, küresel ölçekte başta gelen ölüm sebebi olup, uzun bir süre daha bu sevimsiz liderliğini devam ettireceği tahmin edilmektedir.
Hareketsiz yaşam, şişmanlık, tütün ve sigara kullanımını, uygun olmayan beslenme şekli, yoğun stres, önemli metabolik hastalıklarla damar hastalıklarının birlikte görülmesi ve alkol kullanımı, kronik damar hastalıklarının genetik dışında kalan önemli sebeplerindendir. Bu hastalıkla alakalı önemli bir olumlu olgu; hastalığın ‘’öldürebilen’’ ancak ‘’önlenebilen’’ karakterde olmasıdır. Bilinen bir söz; ‘’kişinin yaşı damarlarının yaşı kadardır’’. Aslında bu söz damar hastalıklarında bütüncül tedavinin önemini yansıtmaktadır.
Damar cerrahisinde Avrupa mükemmeliyet sertifikasına sahip bir merkez olarak ‘’hastalık yoktur, hasta vardır ‘’mantığı ile yıllardır uygulamaya gayret ettiğimiz yaklaşım da aslında damar hastalıklarında bütüncül yaklaşımın güzel bir kurumsal örneğidir. Başa bir deyiş ile “bireye özgü”, “bireyselleştirilmiş”, kişiye özelleştirilmiş veya modacıların deyimi ile ‘’heute coutre’’ yaklaşım aslında hastayı odak noktasına alan, doktoru sadece bir sistemi veya organı tedavi eden değil hastayı tedavi eden bir konuma getirmeyi hedefleyen bir yaklaşımdır. Bütüncül yaklaşım; insan vücudunu bir “makine”, hastalığı “makinenin bozulması”, doktorun görevini de “bozulan makineyi tamir” olarak gören tıp yaklaşımını kabul etmemektedir.
Donanım ve felsefi anlamda bütüncül yaklaşıma sahip olmak adına damar hastalıklarının tamamının anatomisine, fizyolojisine hakim olabilmek ve hastaya hastalığını, sebeplerini, tedavisini ve tedavi sonrasını anlaşılır bir dille anlatabilmek bu yaklaşımın başlangıcını oluşturmaktadır.
Damar hastalıklarına birkaç örnek vermek gerekirse, damar sertliği yani ateroskleroza bağlı bir bacak atardamarının tıkanmasını ele alalım. Eğer bu tıkanma ani bir pıhtıya bağlı olsa idi ilk hedefimiz pıhtıyı ortadan kaldırmak, beslenmeyen bacağın beslenmesini sağlamak, pıhtının sebebini bulmak (kalpte ritim problemi, vücudun pıhtıya eğilim vs) ve bu pıhtının bir daha olmamasını sağlamak adına gerekli tedaviyi uygulamak olmalı idi. Kronik süreçte bir tıkanma var ise, hastanın şikayetleri ne kadar süredir mevcut, yürümesini ne kadar etkiliyor, ayakta yara var mı sorularını sorduktan sonra görüntüleme yöntemi ile hastanın ayağına nasıl kan götürebiliriz sorularını yanıtlamak gerekmektedir. Hastanemizde olduğu gibi çok uzun zamandır bütüncül yaklaşımı uygulayan merkezlerde ise bu sorulara yanıt ve çözümler bulduktan sonra tüm vücudu etkileyen bir hastalık olan damar sertliği yani ateroskleroz ile mücadele devam etmektedir. Hastanın kan basıncının kontrolü, kolesterol düzeylerinin kontrolü ve gerekirse ilaç tedavisi, beslenme ve diyet alışkanlıklarının düzeltilmesi, egzersiz programlarının düzenlenmesi, sigara kullanılıyor ise sigara bıraktırma polikliniğinin etkili kullanılması, gerekiyorsa psikolojik danışmanlık ve rehabilitasyon hizmetleri ile iletişim kurulması, eğer yara var ise yara polikliniklerimizde tedavi, kan şekeri kontrolü ve elbette periyodik aralıklarla yapılan düzenli takip, muayene, vasküler labaratuarlarda ve radyoloji bölümlerimizde yapılan görüntüleme yöntemleri bu mücadelenin hemen her gün yaptığımız sıradan örneklerindendir. Platonun çok anlamlı bir cümlesi mevcuttur; Bütün iyi olmadan parçayı iyileştirmek mümkün değildir. Mükemmel bir ameliyat geçirmiş bir damar hastası sigara kullanmaya devam ederse, egzersiz ve beslenme alışkanlıklarını düzenlemez ise kan şekerini kontrol altına alamaz ise ameliyattan göreceği faydanın son derece kısıtlı olacağı aşikardır.
Bütüncül yaklaşımlar için benzer örnekler aort damar genişlemesi, anevrizma, toplardamar yetmezlikleri veya pıhtıları için de verilebilir. Müdahale ettiğimiz veya henüz müdahale sınırına ulaşmamış bir aort anevrizmasının takip ve tedavisi kan basıncı kontrolü yapılmadan mümkün olamaz. Yine, akciğer damarında oluşmuş bir pıhtı ve akciğer tansiyon yüksekliğinde; demir eksikliğinden seyahate, ritm problemlerinden, gebeliğe, ameliyattan egzersize, rehabilitasyondan ilaç tedavisine kadar tüm aşamalarda hastayı bir bütün olarak görmemiz gerekmektedir. Bu yaklaşım için yetişmekte olan hekimlerin kazanması gereken en büyük özelliklerden bir tanesi “iletişim becerileri”dir. Bütüncül yaklaşım birçok departman ile birlikte çalışmayı gerektirdiğinden hekim-hekim, hekim-hasta, hekim-yardımcı sağlık personeli, hekim-endüstri arasındaki iletişimin sorunsuz ilerleyebilmesi gerekmektedir. Bu sebeple iyi iletişim kurabiliyor olmak damar hastalıkları olduğu kadar tüm hastalıkların tedavisinde de önemli rol oynamaktadır. Damar hastalarının çok önemli bir bölümü için birçok departmanlar bir araya gelmektedir ve değişik bakış açıları tedavi seçeneklerini zenginleştirmektedir. Bu seçenekleri hasta yararına süzüp uygun tedaviyi seçebilmek hekimlik sanatının gerçek inceliğidir.
Toplumumuzda bilgisi olmayan ama fikir sahibi olan ve yeterli bilgisi olmadan yaşam ve sağlık koçluğuna heveslenen kişilerin yanlış bilgilendirmelerine mani olmak ve doğru bütüncül tedaviyi uygulamak ve öğretmek temel amaçlardan biridir.
Sonuç olarak; her damar hastası farklı özellikleri sebebi ile birbirinden farklı olduğu için her soruna çözüm bulan hızlı ve tüm hastalar için geçerli olan reçeteler, ve genel tanılar maalesef her zaman yeterli olmamaktadır. Doğru hastaya, doğru endikasyonla kişiselleştirilmiş doğru tedaviyi doğru zamanda uygulayabilmek ve mümkün olduğunca damar hastalıklarından toplumu korumaya çalışmak kalp ve damar cerrahlarının ana görevi olmalıdır.